Ey Meraklı Okuyucu,

HOŞGELDİN

20 Ocak 2013 Pazar

LONDRA ve KAR





Londra yine beyaz kıyafetlerini giydi. Bu sefer geçen senekinden çok daha şiddetli yağan kar 4. gününde herkese zorla kar tatili yaptırdı.

Kar yağdığı zaman hep Ankara'da geçen çocukluğum, Oğuz'la karlarda yuvarlana yuvarlana kar topu savaşı yaptığımız anlar geliyor. Normalde alışveriş ve sinema günümüz olan pazar yolların karlı olması nedeniyle ev saadeti gününe döndü bu hafta. Sıcacık çayımı içerken ayağımı uzatıp masum aşkların yaşandığı Kore dizilerini izlemek koşturmacalı bir haftanın sonunda pek iyi geldi.

Ama alışveriş yapmam şart. Soğuk havada tam ev kedisi olan Atakan'ı dürtüklemek suretiyle benimle beraber alışverişe sürükledim. Birinin aldıklarımı taşıması lazım değil mi ama? Normalde zaten bunun aslı görevi olduğunu bildiğinden hiç sesini çıkarmadan yola çıkar ama kara alışık olmadığından iki mırın kırın etti. Tabi karşısında karasal iklimin çemberinden geçmiş bir bünye olduğunu kendisine ifade ettikten sonra yola düştük.

Gidecegimiz mesafe fazla değil aslında, o sadece alışverişe gittiğimizi sanıyor oysa benim başka planlarım var.


Önce ayaklarımın altında gıcırdayan taze karın keyfini çıkardım sonra kendimi şaşkın bakışlarının altında yere attım ve seeizce küçük kar tanelerinin yüzüme düşmesini bekledim. Karın kendisi mi, beyazlığı mı yoksa çocukluk çağrışımları mı bilmiyorum bana huzur ve masumeyeti hatırlatıyor.

 Yıllar önce sömestir tatili için gittiği Zonguldak'ın karından çok farklı tabi ki buranın elekten geçirilmiş incecik karı. Yine yıllar önce sevgili Özy- Gülocan ve Duygu ile Bornovadaki evimizin balkonunda poşet poşet taşıdığımız karlarla yaptığım kardan kadın geleneğini bozmayarak ilk gördüğüm karda gurbette de olsam kardan kadınımı yaptım.

Kar kültürü olmayan sevgili kocama -halen alışveri çantasını taşımaktaydı kendisi- kardan adma yapmanın inceliklerini uygulamalı olarak anlattım. Sıkıştırılmış kartopunun hangi açıyla ne tip kar üzerinde yuvarlanması gerektiği, ne zaman sıkıştırılması gerektiği gibi ulvi bilgileri yolun ortasındaki taze karların üstünde verirken iki arabanın bizi beklemesi gerekti. Emek emek yuvarladığım devasa kar toplarından biri bu noktada trafik stresine dayanamayıp çatlayınca biraz gerildim ama nasılsa malzeme çok diyerek kendimi üzmedim. Baştan bir tane daha yaptım.

Yılların ustalığı ile katmanları üst üste koyup, taze kar harçıyla mıhladıktan sonra detaylara giriştim. Bu nokrata şekil vermek için istediğim bıçak elime ulaşmadığı için karate darbeleriyle şekil vermek zorunda kaldığım sevgili kardan kadını evliliğimizin 7. ayı şerefine Atakan'a ithaf ettim.

Biter bitmez yoldan geçen bir kadın remini çekmek istedi, elbette dedim. Ne de olsa kar yağışı böyle devam ederse sabaha obez olacak sevgili kardan kadınım :)

Umarım memlekettekiler de üşenmeyip benim gibi karın beyaz masumiyetinin keyfini çıkarıyorlardır.


26 Şubat 2012 Pazar

Şubat filmleri

Şubat 2012:


Berlin Kaplanı:  Güzeldi. Sonunda bizim sinemaya düzgün bir Türkçe film geldi. Önceki hafta Kurtuluş çıkmazı gelmişti ama vakit bulamadım.

Journey to the Mysterious Island/ Gizemli Adaya Yolculuk: Dwayne Johnson diyorum, maşallah diyorum. Sırf onun için de izlenir ama yine de hakkını vermek lazım film hızlı ve eğlenceli. Kan, cıplaklık ya da şiddet olmadan da iyi film olur mu, olurmuş. Üç boyutlu olası ayrıca güzeldi. Yani izlemezsen büyük bir kayıp değil ama izlersen de pişman olmazsın.

Fetih 1453: Güzeldi. İki buçuk saat olmasına rağmen sonuna kadar sıkılmadan izleniyor. Biraz daha Fatih'in kişiliğine ve karakterine vurgu yapılsaymış daha da iyi olurmuş ama hakkını vereyim dövüş sahneleri güzeldi.
A Dangerous Method/Tehlikeli Yöntem: Jung ve Freud psikanalizin ataları... Benim için izlemek keyifli oldu. Tarihi dramalar daha doyurucu film olarak.
Safe House/ Güvenli Ev: Alırım elime silahı sıkarım kurşunu tadında bir film, bir zevk alamadım malesef.
Ghost Rider/ Hayalet Sürücü: Görsel efektler iyi ama yine de doyurucu bir film değildi. Daha fantezik film istiyorum.
The Vow/ Yemin: Amerikan yakışıklısı Channing Tatum'dan gerçek olaylardan esinlenmiş yeni bir romantik film. Filmin romantik kısımlarındansa kadının hafıza kaybına rağmen hayatında aynı tercihlerle devam etmesi bana daha ilginç geldi.
Best Exotic Marigold Hotel/ En iyi egzotik Marigold Oteli: Yaşlılık, önyargı, Hindistan, arkadaşlık ve yeniden başlamayla ilgili güzel bir film. Bu ay izlediğim en doyurucu film buydu bence.
Woman in Black/ Siyahlı Kadın: Dün vizyonda izlemediğim film kalmadığı ve sevgilimi danslı şarkılı bir Hint filmi izlemeye ikna edemediğim için birlikte (ve ayrıca Harry Potter'dan sonra ne yapacak acaba diye merakımdan artık korku filmleri izlemiyor olsamda) buna gittik. Çok korkunç değildi, sonunu hiç beğenmedim.
Dolayısı ile bu ayın kazananı Best Exotic Marigold Hotel oldu:) Filmdeki en ulvi sözle kapatıyorum konuyu:
in India we have a saying; everything will be good at the end, If its not good, it means its not the end yet :)
Bizim Hindistanda bir deyişimiz vardır: Herşey sonunda güzel olacak. Eğer güzel değilse daha sonuna gelmemişiz demektir.
Resmi fragman için tıklayınız.
 http://www.youtube.com/watch?v=dDY89LYxK0w&feature=colike

Devamını Martta izledikçe ekleyeceğim :)

5 Şubat 2012 Pazar

Çin'de günlük yaşam ve trafik

Gecikmeli olarak Çin izlenimlerime devam ediyorum. Bir önceki yazımda yeme kültürü üzerinde durmuştum bu sefer biraz mimari ve yaşam alışkanlıklarından bahsedeceğim.
Çin’de hayal ettiğim tarihi ve kültürel dokuyu günlük yaşamın içinde bulamadım. Sanırım bu fazlasıyla romantik bir düşünceydi. Aynı bizdeki gibi tarih şehrin belli kısımlarına sıkışmış durumda. Bu alanlarda turistler mutlu olsun diye bazı satıcılar geleneksel kıyafetleri giyiyorlar ama geleneksel kıyafet olayı bununla sınırlı. Londra gibi bir açık hava müzesi olan şehirden sonra Çin’e gidince İstanbul gerçeğine geri dönmüş gibi oldum.

Bir çok tarihi yer gezdim hepsi çok güzeldi, mimari, bahçe düzenlemeleri vs lakin bunlar aynı bizdeki gibi betonlaşmayla kaybolmaya yüz tutmuş durumda. Kişiliksiz beton binalar, üç beş metre çamurlu bahçe bir iki ağaç… Bazen her şey o kadar tanıdık geldi ki Çinli arkadaşlarım hiçbir şeye şaşırmamama şaşırdılar.

 Örneğin tuvaleti sorunsuz kullanmam büyük bir hayranlık uyandırdı. Birkaç değişik çeşidiyle karşılaşmış olsam da Çin tuvaleti dedikleri şey bizim bildiğiniz alaturka tuvalet. Klozet de var tabi ki. Ben şahsen çocukluk zamanlarımı hatırladım hani evlerde banyada klozet olurdu bir de küçük alaturka tuvalet. İşte Çin şimdi o zamanda J
Bir Çin evinin Türk evinden en büyük farkı yerler. Halı kavramı Çin sınırları içine girmemiş gibi (Sevgili Cem den bu konuda yorum yapmasını bekliyorum) ayrıca koltuk kavramı da oldukça farklı. Bende plaj ya da bahçe mobilyası olduğu hissi uyandıran ahşap koltuklar salonun baş köşesinde tek mobilya olarak yerlerini alıyorlar. Dolayısı ile halısız ve çıplak mindersiz ahşap mobilyalı salona girince kaçınılmaz bir boşluk hissediyorsunuz.
Benim yaşadığım evin sahibi uzak doğu mobilyalarına ve aksesuarlarına çok düşkün. Daha önce Çin’e yaptığı bir çok ziyaretten bir çok ilginç dekoratif obje almış ama bunların hiç birini içine girdiğim Çin’deki evlerde görmedim. Duvarlar genelde beyaz ve ataların sunağı hariç duvarlar genelde çıplak. Evler dekoratif olmaktan çok işlevsel diyebiliriz. Sanırım hem kadın hem de erkek çalıştığı ve evde sadece tek çocuk olduğu için kimse dekorasyonla uğraşmıyor.  
Biraz da yaşam alışkanlıklarından bahsedeyim. Tek çocuk politikasına rağmen bir milyardan insanın yaşadığı Çin tahmin edebileceğiniz gibi gayet büyük bir ülke. Güzel ülkemde bile Karadenizliler ve Güneydoğu Anadolular ne kadar farklı olduğunu hatırlarsak, Çin’in kuzey ve güneyindeki insanların ne kadar farklı olduğu hakkında bir fikrimiz olabilir. Ben en kuzeye gitmedim ama kuzeyden gelenleri gördüm. Bunlar daha uzun, beyaz ve şehirleşmiş Çinliler. Güneydekiler –ki kendi gözümle gördüm- daha yanık tenli, (neredeyse tropik bir bölge sayılır oralar, Aralıkta 20 dereceydi) biraz daha kısa ve daha kırsallar.
Yöresel olarak yemeklerin değişmesi normal ama kurallara uyma düzeyinin değişmesi çok ilginç. Şangay ve Hangzou da trafik kurallarına uyma düzeyi İstanbul’daki kadardı. Uzun yıllar İstanbul’da yaşamış ve minübüs caddesinde bir çok macera yaşamış biri olarak bile Güney Çin’deki (Beihai) trafik beni şoke etti. Hatta diyebilirim ki Suriye trafiğini bile geçerek yeni bir katagori yarattı. Suriye trafiği ‘canım ne isterse o’ anlamına geliyor. Aklıma Halep’teki takside korkudan indirdiğim hatimler geldi birden. Beihai’da trafikten korkmadım, belki alıştım diyeceğim ama kim buna alışabilir bilmiyorum J
Neyse neden bahsettiğimi anlamak için lütfen aşağıdaki kısa videoya bakın. Havanın güzel olduğu güney illerinde motorsiklet, elektrikli skuter, bisiklet, trisiklet vs oldukça popüler. Çocuklar orta okula elektrikli motorsikletlerle gidiyorlar, ben kendim de kullanarak trafik çılgınlığına katkıda bulundum. Motorsikletler bir ya da iki kişilik sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Üç yetişkin ve bir bebek kombinasyonunu motorsiklet üzerinden bir çok defa gördüm, hatta bulursam resmini ekleyeceğim. Buldum ve de ekledim...