Ey Meraklı Okuyucu,

HOŞGELDİN

24 Haziran 2010 Perşembe

Tenis maçı basketbol skoru gibi bitti!

Maalesef şimdi detayları yazamıyorum ama merak edenler için maç sona erdi. Üç gün ve onbir saat süren maç sonunda benim ve Mahut için hüsranla bitti. Talihsiz bir kaç vuruş oyunun kaderini değiştirdi. Akşama yazacağım olayları.

***
Saat birde televizyonun karşısına geçtim, Soderling'i izleyeyim diye ama Kraliçe'nin kortunu gösteriyordu televizyon dolayısı ile ilgimi kaybettim hemencecik ama kanalı değiştirmedim. JIT, TQM, Stok yönetimi vs tanımlarını hafızadan yama çalışmalarım devam ederken sunucuların Mahut ve Isnerden bahsettiğini duydum. Tekrar işi gücü bırakıp izlemeye başladım. Kortta oynanan maçı değil 18. kortta oynanacak maç hakkında konuşuyorlardı. Hatta kraliçe bu maçtan sonra 18. korta gidip tarihi maçı görmek istiyor ama bilet bulamamış falan diye. Gerçekten de dünyaca ünlü bir sürü oyuncunun maçından çok daha fazla ilgi ve talep vardı maça Nasıl olmasın ki? Bahisler 11milyon poundun üzerine çıkmış. İnsanlar maçın bitmesini değil devam etmesini izlemeye geliyorlar. Kuytuda olan kort, diğerlerinin hepsinden daha pahalı oluveriyor biranda. BBC sunucularından biri oyunların başında bu izbe korta verildiği için çok içerlemiş ama 3 gün süren birinci tur elemesinde çalışarak kendisi de bir çeşit uzun yayın rekorunu kırmış sanırım :)

***

Herkesin ana gündemi haline gelen maç başladığında ise bir saattir kuş gibi şakıyan yorumcular susuverdiler. Kimse konuşmadan, hareket etmeden topun bir sahadan diğerine geçmesini izledi. Hatta eminim ki seyircilerden bir çoğu nefeslerini tutup sonra vermeyi unuttular. Bir ara yorumculardan biri bu canlı yayın mı yoksa dünkü görüntüler mi diye sordu gerçekten de uzun bir dejavuyu andıracak şekilde aynı kurtarışlarla devam etti maç bir saat kadar. Sonra, her şey bir dakikada bitiverdi. Ben 70de maçın biteceğini tahmin etmiştim ama diğer oyuncu için.

***

Üç gün ve 11 saatin sonunda maç  çok dandik iki sayıyla bitti. Mahut kısa oynayıp sayı yapmaya çalıştı hiç de fena değildi ancak yorgunluktan olsa gerek vuruşları yaptıktan sonra sahanın gerisine çekilmeyi akıl edemedi. Karşısında 210cmlik bir dev olduğu gerçeğini unutması acıklı sonu hazırladı. 68-70 Bir tenis maçı için çok sıra dışı bir rakam. Sayı tahtasının önünde resim çekilmelerini istediklerinde Mahut'u görecektiniz. İnsanın yenilgisinin önünde hatıra fotoğrafı çektirmesini istemek çok acımasızca değil mi? 
Buraya maçın son setinin linkini koyacağım. http://www.youtube.com/watch?v=WdaEKGN00Hc ama youtube hala Türkiye'den izlenemiyor sanırım. Yine de sevgili arkadaşlarımın internet becerilerinden ve bu linke ulaşabileceklerinden şüphe etmiyorum.

***

Diğer konu ise "Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste aheste" sözü. Şimdi diyeceksiniz ki ne alaka? Tenisten ne hızla özlü sözler kısmına geçiş yaptı? Şöyle ki: Sabah Gazetesinin internet sayfasında böyle bir haber gördüm:
 http://www.sabah.com.tr/Spor/2010/06/25/isner_acele_posta_servisi 

***


TARİHE GEÇEN ISNER ELENDİ



Fransız Nicolas Mahut ile tarihin en uzun tenis maçını oynayan ABD'li John Isner, 2'nci turda Wimbledon'a veda etti.



Salı gününden başlayarak 3 gün boyunca, toplam 11 saat 5 dakika Fransız raket Mahut ile 2'nci tura çıkmak için mücadele eden ve bunu başaran Isner, bugün 22 yaşındaki Hollandalı Thiemo De Bakker ile karşılaştı.



1 saat 14 dakika süren mücadelede, Hollandalı rakete 6-0, 6-3 ve 6-2'lik setlerle3-0 yenilen Isner, 2'nci turda elendi.



Fransız Mahut ile yaptığı maçta attığı 112 ''ace'' ile bir maçta en çok ''ace'' atan tenisçi unvanını ele geçiren Isner, De Bakker karşısında hiç ''ace'' atamadı. Rakibi De Bakker ise 11 ''ace'' yaptı.



***

Ben olsam bu haberin başlığını, ALMA MAHUT'UN AHINI çıkar aheste aheste ya da  GEÇEMEZSİN ÜST TURA diye yazardım. Ohhh canıma değsin diyor, kendisini geldiği yere yolluyorum . Oysa zavallı Mahut kazansaydı öyle hemencecik elenmezdi. 

Neyse, Mahut şimdi çiftlerde oynuyor. Bari onu kazansın, eli boş dönmesin diyorum. 
Soderling üçüncü turda devam ediyor. Bu turnuvanın süpriz galibi olur mu acaba?

En Uzun Gün

En uzun gün 21 Haziran diye öğrettiler bize ama sanırım en uzun gün bu sene 23 Haziran oldu neden mi?
Açıklayayım ama biraz geri sarıp baştan başlamam lazım.

Çarşamba 223 Haziran Saat 20:00
Cuma günü Operasyon Yönetimi sınavım var, evdeyim ders çalışıyorum. Beni tanıyan herkes matematikle aramın pek iyi olmadığını bilir. Ancak geçen dönem en yüksek notumu finanstan aldığım. Bu dönem de matematiksel içeriği olan operasyon yönetiminde hiç fena değilim. Hatta o kadar ki sevgili sınıf arkadaşlarım gelip bana soruyorlar! Ben içimden nereden nereye diye düşünürken sakin sakin onlara işlemin mantığını anlatıyorum falan. (Yani bu cephede acayip gelişmeler var.)
-
Neyse, bugün sabahtan akşam yediye kadar işte çalıştım, sonra eve gelip e-kitabımdan sınavda çıkmasını beklediğim konuları okuyorum (ah, inek diye bağırdığınızı duyar gibiyim ama hiç üstüme alınmıyorum. Bir öğrenci olarak işim öğrenmek, işimi ciddiye almak ise Funda olmanın doğal bir sonucu) zira sınav sadece matematiksel işlemlerle sınırlı değil. Tam başladım yazıyorum birden aklıma ziyaret ettiğim kişilerden birinin evinde izlediğim tenis maçı geldi. Ben baktığımda yaklaşık 5 saattir devam ediyordu oyun ki o bile tarihe geçmesine yetiyordu. Herhalde artık bitmiştir, bakayım kim kazanmış diye yüce google'a sordum.


Dedi ki hala devam ediyor!!! Nasıl yani diyerek televizyonu açtım. Beş kanallı sefil televizyon bunca zamandır ilk kez açılmanın sevinci ile parladı bir an. Yaklaşık dokuz saat olmasına rağmen maç devam ediyordu! Sunucular merakla hala nasıl hareket ettiklerini tartışıyorlardı. Sanırım her türlü tenis rekorunu kırdılar.

Yaklaşık bir saat kadar derse ara verip bu tarihi maçı izledim. Benim favorim Mahut. Kendisi 191 boyunda 28 yaşında bir Fransız (detaylar için bknz. http://www.wimbledon.org/en_GB/players/overview/atpm873.html?promo=playersearch)
Dünya sıralamasında çok üstlerde değil ama 10 saatlik maç boyunca çelik gibi sinirleriyle bilmem kaç defa eşitliği yakaladı ve oyunu uzattı. Dolayısı ile kendisini çok taktir ettim hem de çok.
Rakibi John Isner ( http://www.wimbledon.org/en_GB/players/overview/atpi186.html?promo=playersearch)  ise 85 doğumlu 206 boyunda azman bir Amerikalı. Fiziksel kondisyonu iyi, çok sağlam servis atıyor ama ben oyunda gücü değil zekayı tercih ediyorum.


Artık hava kararıp sahaya yorgunluk  çöktüğünde Mahut hala oldukça zinde görünürken (bunu nasıl yaptığını anlamak mümkün değil) zavallı John ayaklarını sürüyordu. Bitmek bilmeyen beşinci setin 60. oyuna gelmesi sebebiyle halini anlamak pek de zor değil. Neyse sonunda John,  "çok karanlık göremiyorum, artık bırakmak istiyorum" dedi. Aslında Mahut "yok ben devam edeceğim" dese otomatikman kazanırdı ama demedi. (O ara kargaşaya geldi kaçırdım tam olarak ne olduğunu ama maça ertesi gün devam etmek üzere ara verildi).

-
Acaba niye Mahut ben de devam etmek istemiyorum dedi? Ben hayatta ve oyunda zekayı seviyorum ama bu adamdaki soğukkanlılığa ayrıca bayıldım. Düşün ki her türlü rekoru kırarak on saat tenis oynamışsın hem de İngilterede nadir olan çok sıcak bir günde, kaç tane oyun çevirmişsin, tam eline fırsat geçmişken, niye "ben de bırakmak istiyorum" diyorsun be adam.

-
Seçim yapma sanatı....bakalım kazansa ne olacak? Ertesi gün aynı kortta başkası ile oynaması gerekiyor. 90 dakikanın yarısını yedek kulübesinde geçiren futbolcular bile beş gün dinlenirken 10 saat solo sarsılmaz bir fiziksel ve zihinsel güçle tenis oynayan adam nasıl ertesi gün oynasın? Hadi oynadı diyelim kazanabilme ihtimali nedir? Anlaşılan sevgili Mahut, (adı Nicholas bu arada) sadece bu maçı kazanmayı değil sonraki maça hazırlanmayı düşünüyor.

-
Ders çalışmama ara verdiğim için hiç pişman değilim zira süper bir operasyon yönetimi izlediğimi düşünüyorum. Mahut süper bir kapasite planlaması yaptı. ağırlıklı seçim ağacı, oyun teorisi vs.  Şimdi yorumcular sporcuların  buz banyosu yapıp sonra da yemek yiyerek güçlerini toplamaya çalışacaklarını söyledi. Aç susuz kort köşelerinde geçirdikleri on saati nasıl ertesi güne kadar telafi edecekler bilmiyorum ya neyse. Zaten içlerinden  biri yarın korta Isner'in gelmediğini görürsem hiç şaşırmayacağım dedi. Bende onun bu görüşüne katılıyorum. ne kadar sporcu olursan ol bu kadar yoğun tempolu bir maçtan sonra et kesiği de olur, kas ağrısı da. Ama inşallah Mahut'ta daha az olur zira ben kendisini tam kapasite her türlü enerji ile destekliyorum

PS: Bu kadar şevkle tenisten bahsettim ama aslında öyle çok tenis sever bir insan falan değilim.
PS2: Yarın maçın geri kalanını izleyeceğim. Kısmen de olsa tarih yazılırken onu izlemiş olmaktan dolayı çok memnunum. İleride torunlarıma diyeceğim ki benim zamanımda bir tenis oynarlardı on saat... Onlar da oha babaanne amma atıyorsun diyecekler, ben de anlamlı anlamlı güleceğim. (Fena senaryo yazdım farkındayım)
PS3: Bu arada bence kortların yakışıklısı  Robin Soderling.
Bu en güzel resmi değil ama olsun. Sanırım yakışıklı erkekler yüzünden içimde ani bir tenis sevgisi gelişebilir :) Yarın saat birde maçı var onu izleyeceğim tabi eğer Mahut'unki biterse :P

19 Haziran 2010 Cumartesi

My Name is Khan

Uzun zamandır okulla iş arasına koşturmaktan ne film izlemeye ne de bir şeyler yapmaya yapmaya fırsat bulamıyordum. Geçen hafta iş yerimin verdiği öğrenme bozuklukları eğitiminde (her konu ile ilgili bir sürü eğittim veriyorlar ki bence bu harika) Asperger sendromundan bahsederken bu filmin adı geçti . Eve gidince bakayım dedim ama fırsat olmadı ta ki bu güne kadar. Burada pek çok Hintli arkadaşım var biliyorsunuz onlardan bir kaçına sordum filmi bilip bilmediklerini. Onlar da çok beğendiklerini söyleyince ben de yüce Google'a sordum nereden izleyebileceğimi hemen Türkçe alt yazılı seçeneği verdi. Alt yazılar arada görünmüyor ve görüntü kalitesi çok iyi olmasa da izlenebilir. Türkiye'de vizyona girmediğini düşünmediğim için alt yazılı olarak bulunca çok şaşırdım. Filmin resmi İnternet adresini veriyorum, korsanı özendirmemek için:


Filmin konusunu anlatmak istemiyorum, izleyin diyorum sadece. Ben salya sümük ağladım, duygu sömürüsü yapmadan duygulandırmayı başaran bir film. Daha önce de Black diye bir Hint filmi izlemiştim, kör ve dilsiz bir kızın hayat hikayesini anlatıyordu, o da çok başarılıydı. Bu tip filmleri izledikçe Bollywood filmlerine olan saygım giderek artıyor. Zaten önceden de renkli, danslı, müzikli olduğu için hoşuma gidiyordu ama bu filmler hem ciddi, hem gerçekçi, hem de başarılılar.

My name is Khan- Benim adım Khan- politik, romantik ve dramatik bir film. Hepsinin uygun dozda güzel bir karışımı. Eğer bu bir Amerikan filmi olsaydı çok daha taraflı ve daha kahramanlık vurgulu olurdu. Oysa hem yazar hem de yönetmen hikayeyi gerçeğe en yakın şekilde ele almışlar. Filmi benim için bu kadar etkileyici yapan şeylerden biri de buydu. Benim bir Amerikan filminde şaşırmam mümkün değildir, şimdiye kadar olan tecrübelerinizden zaten biliyorsunuz ki film yirminci dakikayı bulmadan olay örgüsü çözülür, bazı durumlarda karakterlerin diyeceklerine kadar detay verebilirim. Bu yüzden de artık eskisi kadar film izlemekten zevk almıyorum. Dünya filmlerini keşfetmemin zamanı gelmişti yani anlayacağınız.

Neyse filme geri dönersek sıradan olmayan insanların an az kendileri kadar sıra dışı hikayelerine güzel bir örnek bu film. Hayata bambaşka bir bakış açısı getiriyor. Bana biraz Forrest Gump'ı biraz da Sam'i  hatırlattı Khan karakteri. Asperger Sendromu otizmin yüksek işlevsel bir türevi. Göz ve tensel temastan kaçınma, duygusal ifadeleri anlamakta ve göstermede zayıflık, mekanik olayları çok iyi kavrarken mecazi kavramları hiç anlamama ve benzeri özellikleri var. Filmde bunların hepsinden bir parça bulmak mümkün. Eğer Sean Penn'in I am Sam'ini ya da tom Hanks'ın Forrest Gump'ını beğendiyseniz Shahrukh Khan'ın Rizwan Khan'ını da beğeneceksiniz.

Filmde ana karakterin söylediği şeylere bir örnek vermek istiyorum.

Benim adım Rizvan Han. Size biraz farklı görünebilirim.Bunun nedeni Asperger Sendromu. İsmi, çocuklar arasındaki değişik davranışları fark eden doktor Hans Asperger'den geliyor. Aspergerli olmam aptal olduğum anlamına gelmiyor. Ben çok zekiyim fakat insanları anlamıyorum. İnsanların neden kastetmedikleri şeyleri söylediğini anlamıyorum. Mesela bana istediğin zaman evime gelebilirsin diyorlar, sonra da istediğim zaman onlara gidince neden bu saatte geldin diyorlar. Bazen insanlar kaba olduğumu düşünüyorlar. Kaba olmak istemiyorum, kaba olmak iyi değildir. Annem bana dünyada sadece iyi ve kötü insanların olduğunu söyledi ve ben iyi bir insanım...