Ey Meraklı Okuyucu,

HOŞGELDİN

26 Şubat 2012 Pazar

Şubat filmleri

Şubat 2012:


Berlin Kaplanı:  Güzeldi. Sonunda bizim sinemaya düzgün bir Türkçe film geldi. Önceki hafta Kurtuluş çıkmazı gelmişti ama vakit bulamadım.

Journey to the Mysterious Island/ Gizemli Adaya Yolculuk: Dwayne Johnson diyorum, maşallah diyorum. Sırf onun için de izlenir ama yine de hakkını vermek lazım film hızlı ve eğlenceli. Kan, cıplaklık ya da şiddet olmadan da iyi film olur mu, olurmuş. Üç boyutlu olası ayrıca güzeldi. Yani izlemezsen büyük bir kayıp değil ama izlersen de pişman olmazsın.

Fetih 1453: Güzeldi. İki buçuk saat olmasına rağmen sonuna kadar sıkılmadan izleniyor. Biraz daha Fatih'in kişiliğine ve karakterine vurgu yapılsaymış daha da iyi olurmuş ama hakkını vereyim dövüş sahneleri güzeldi.
A Dangerous Method/Tehlikeli Yöntem: Jung ve Freud psikanalizin ataları... Benim için izlemek keyifli oldu. Tarihi dramalar daha doyurucu film olarak.
Safe House/ Güvenli Ev: Alırım elime silahı sıkarım kurşunu tadında bir film, bir zevk alamadım malesef.
Ghost Rider/ Hayalet Sürücü: Görsel efektler iyi ama yine de doyurucu bir film değildi. Daha fantezik film istiyorum.
The Vow/ Yemin: Amerikan yakışıklısı Channing Tatum'dan gerçek olaylardan esinlenmiş yeni bir romantik film. Filmin romantik kısımlarındansa kadının hafıza kaybına rağmen hayatında aynı tercihlerle devam etmesi bana daha ilginç geldi.
Best Exotic Marigold Hotel/ En iyi egzotik Marigold Oteli: Yaşlılık, önyargı, Hindistan, arkadaşlık ve yeniden başlamayla ilgili güzel bir film. Bu ay izlediğim en doyurucu film buydu bence.
Woman in Black/ Siyahlı Kadın: Dün vizyonda izlemediğim film kalmadığı ve sevgilimi danslı şarkılı bir Hint filmi izlemeye ikna edemediğim için birlikte (ve ayrıca Harry Potter'dan sonra ne yapacak acaba diye merakımdan artık korku filmleri izlemiyor olsamda) buna gittik. Çok korkunç değildi, sonunu hiç beğenmedim.
Dolayısı ile bu ayın kazananı Best Exotic Marigold Hotel oldu:) Filmdeki en ulvi sözle kapatıyorum konuyu:
in India we have a saying; everything will be good at the end, If its not good, it means its not the end yet :)
Bizim Hindistanda bir deyişimiz vardır: Herşey sonunda güzel olacak. Eğer güzel değilse daha sonuna gelmemişiz demektir.
Resmi fragman için tıklayınız.
 http://www.youtube.com/watch?v=dDY89LYxK0w&feature=colike

Devamını Martta izledikçe ekleyeceğim :)

5 Şubat 2012 Pazar

Çin'de günlük yaşam ve trafik

Gecikmeli olarak Çin izlenimlerime devam ediyorum. Bir önceki yazımda yeme kültürü üzerinde durmuştum bu sefer biraz mimari ve yaşam alışkanlıklarından bahsedeceğim.
Çin’de hayal ettiğim tarihi ve kültürel dokuyu günlük yaşamın içinde bulamadım. Sanırım bu fazlasıyla romantik bir düşünceydi. Aynı bizdeki gibi tarih şehrin belli kısımlarına sıkışmış durumda. Bu alanlarda turistler mutlu olsun diye bazı satıcılar geleneksel kıyafetleri giyiyorlar ama geleneksel kıyafet olayı bununla sınırlı. Londra gibi bir açık hava müzesi olan şehirden sonra Çin’e gidince İstanbul gerçeğine geri dönmüş gibi oldum.

Bir çok tarihi yer gezdim hepsi çok güzeldi, mimari, bahçe düzenlemeleri vs lakin bunlar aynı bizdeki gibi betonlaşmayla kaybolmaya yüz tutmuş durumda. Kişiliksiz beton binalar, üç beş metre çamurlu bahçe bir iki ağaç… Bazen her şey o kadar tanıdık geldi ki Çinli arkadaşlarım hiçbir şeye şaşırmamama şaşırdılar.

 Örneğin tuvaleti sorunsuz kullanmam büyük bir hayranlık uyandırdı. Birkaç değişik çeşidiyle karşılaşmış olsam da Çin tuvaleti dedikleri şey bizim bildiğiniz alaturka tuvalet. Klozet de var tabi ki. Ben şahsen çocukluk zamanlarımı hatırladım hani evlerde banyada klozet olurdu bir de küçük alaturka tuvalet. İşte Çin şimdi o zamanda J
Bir Çin evinin Türk evinden en büyük farkı yerler. Halı kavramı Çin sınırları içine girmemiş gibi (Sevgili Cem den bu konuda yorum yapmasını bekliyorum) ayrıca koltuk kavramı da oldukça farklı. Bende plaj ya da bahçe mobilyası olduğu hissi uyandıran ahşap koltuklar salonun baş köşesinde tek mobilya olarak yerlerini alıyorlar. Dolayısı ile halısız ve çıplak mindersiz ahşap mobilyalı salona girince kaçınılmaz bir boşluk hissediyorsunuz.
Benim yaşadığım evin sahibi uzak doğu mobilyalarına ve aksesuarlarına çok düşkün. Daha önce Çin’e yaptığı bir çok ziyaretten bir çok ilginç dekoratif obje almış ama bunların hiç birini içine girdiğim Çin’deki evlerde görmedim. Duvarlar genelde beyaz ve ataların sunağı hariç duvarlar genelde çıplak. Evler dekoratif olmaktan çok işlevsel diyebiliriz. Sanırım hem kadın hem de erkek çalıştığı ve evde sadece tek çocuk olduğu için kimse dekorasyonla uğraşmıyor.  
Biraz da yaşam alışkanlıklarından bahsedeyim. Tek çocuk politikasına rağmen bir milyardan insanın yaşadığı Çin tahmin edebileceğiniz gibi gayet büyük bir ülke. Güzel ülkemde bile Karadenizliler ve Güneydoğu Anadolular ne kadar farklı olduğunu hatırlarsak, Çin’in kuzey ve güneyindeki insanların ne kadar farklı olduğu hakkında bir fikrimiz olabilir. Ben en kuzeye gitmedim ama kuzeyden gelenleri gördüm. Bunlar daha uzun, beyaz ve şehirleşmiş Çinliler. Güneydekiler –ki kendi gözümle gördüm- daha yanık tenli, (neredeyse tropik bir bölge sayılır oralar, Aralıkta 20 dereceydi) biraz daha kısa ve daha kırsallar.
Yöresel olarak yemeklerin değişmesi normal ama kurallara uyma düzeyinin değişmesi çok ilginç. Şangay ve Hangzou da trafik kurallarına uyma düzeyi İstanbul’daki kadardı. Uzun yıllar İstanbul’da yaşamış ve minübüs caddesinde bir çok macera yaşamış biri olarak bile Güney Çin’deki (Beihai) trafik beni şoke etti. Hatta diyebilirim ki Suriye trafiğini bile geçerek yeni bir katagori yarattı. Suriye trafiği ‘canım ne isterse o’ anlamına geliyor. Aklıma Halep’teki takside korkudan indirdiğim hatimler geldi birden. Beihai’da trafikten korkmadım, belki alıştım diyeceğim ama kim buna alışabilir bilmiyorum J
Neyse neden bahsettiğimi anlamak için lütfen aşağıdaki kısa videoya bakın. Havanın güzel olduğu güney illerinde motorsiklet, elektrikli skuter, bisiklet, trisiklet vs oldukça popüler. Çocuklar orta okula elektrikli motorsikletlerle gidiyorlar, ben kendim de kullanarak trafik çılgınlığına katkıda bulundum. Motorsikletler bir ya da iki kişilik sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Üç yetişkin ve bir bebek kombinasyonunu motorsiklet üzerinden bir çok defa gördüm, hatta bulursam resmini ekleyeceğim. Buldum ve de ekledim...


4 Şubat 2012 Cumartesi

Cineworld'den sınırsız filmler

Daha önce bahsetmiş olabilirim ama bilmeyenler için tekrar edeyim: geçen sene İngiltere'de en en az bir sene daha kalacağım kesinleşince ilk iş kendime aylık 15 pounda sınırsız sinema kartı aldım. Şehir merkezinde misal Leicester Square'de tek sinema seansının o kadar olduğunu düşünürsek mükemmel bir fırsat olduğunu kabul etmek gerekir. Dolayısı ile tahmin edilebileceği gibi televizyon izlemeyi tamamen bıraktım, bilgisayarın başında olmadığım zaman sinemadayım kısacası. Neredeyse vizyona giren her filmi gördüm denebilir. Burdan ara ara gördüğüm filmlerle ilgili kısa yorumlar yapmaya karar verdim. Her film için bir "Demir Leydi" örneğindeki gibi tüm filmi yorumlayacak kadar vaktim yok, bunun daha ekonomik olacağını düşünüyorum.

Ocak 2012:
Mission İmpossible: Ghost Protocole / Görevimiz Tehlike Hayalet Protokolü: Bir öncekine göre çok daha anlamlı ve izlenebilir. Hatta zaman zaman komik bile. İzlenesi

The Artist / Artist: Sessiz ve siyah beyaz. Valentino'nun gerçek hayatından bir kesit. Kesinlikle renk ya da sesin eksikliğini hissetmeden iki saat geçiyor. Süper

Coriolanous / Korilanus : Ben severim Shakespeari. Bu oyunu da orjinal tarihi ingilizcesinden okumuşluğum var, üniversitede İngiliz dili edebiyatı derslerim sağolsun.. Havamı da atayım. Neyse dolayısı ile filmi izlemek benim için problem olmadı ama malesef arkadaşım kesinlikle karakterlerin neden bahsettiğini anlamadığı için 15 dakka sonra çıkmak zorunda kaldık :) Ama sanırım türkiyede türkçe alt yazı ile izlemek işleri kolaylaştırabilir.

Alvin and the Chipmunks: Chipwrecked: İzledim işte, beleşe değil mi bunu da izledim. Ama sizin izlemenize gerek yok :)

Happy Feet 2/ Neşeli Ayaklar 2 : Yukardaki yorum aynen geçerli

Puss in the Boots / Çizmeli Kedi : Güzel, Shrek olmadan da kedi ilginç. İzlenir

Underworld Awaking/ Yeraltı Uyanış: Yani beni bilen herkes vampir ve kurtadam olayını ne kadar sevdiğimi bilir ama malesef bu film bende hayal kırıklığı yarattı. Yani bu kadar bekledikten sonra biraz daha birşey bekliyor insan. Diğer filmlerdeki detay, estetik ve tarih yok. zaten 88 dakika film mi olur? ben daha tam adapte olmaya başlamıştım ki film bitti. 100 dakikanın altındaki film izlediğimde paramın karşılığını almış gibi hissetmiyorum. Yapımcılara teesüf ediyorum. Bir dahakine bu ayıbı telafi etmelerini bekliyorum.

Haywire/ Heyecan diyeceğim ama heyecanlı bir şey yok. Zeyna kıvamındaki bir kadının üstelik dönem kıyafeti bile yok bilumum adamları dövmesini izlemek istiyorsan tamam onun dışında bir sürü ünlü oyuncunun hiç bir şey katmadığı gereksiz bir film.

Warhorse / Savaş Atı :Güzeldi. Spielberg konuşturmuş yine. İzleyin derim.

Darkest Hour / En Karanlık Saat:  Düşük bütçeli bilim kurgu ama izlenebilir.

Girl with Dragon Tatoo / Ejderha Dövmeli Kız : Karanlık. İzlenir ama çok karanlık bea...

Sherlock Holmes A Game of Shadows / Sherlock Holmes Bir Gölge Oyunu: İzleyin derim.

Don2: Ben beğendim. Bir Hint filmi olduğu için izleme şansını yok ama bilin yani güzeldi :) Shah Rukh Khan'a kötü adam olmak ayrı yakışmış. Bir kaç ay önce Ra One filmi de güzeldi ama bu kesinlikle daha eğlenceliydi.

Geçen aydan hatırladıklarım bunlar. Başka hatırlarsam eklerim. Sırada Subat :)

21 Ocak 2012 Cumartesi

Büyük Çin'de küçük bir macera. I.Bölüm

Çin: küçük sarı insanların, ucuz kitlesel üretimin, komünizmin, kung funun, makarnanın, ipeğin ve barutun anavatanı olan gizemli, kadim ve geleneksel ülke…
En azından ben londradan yola cıkarken aklımdaki Çin imajı aşağı yukarı böyleydi. Pandalar, Bruce Lee ve Şaolin rahiplerini unutmamak lazım. Lakin havaalanındaki 2,5 saat rotar, Amsterdam aktarmasındaki fırtına ve akabindeki 11 saatlik yolculuktan sonra (Bu arada o nasıl bir yoldur kardeşim uyu uyu bitmedi. Allah’tan ekranlı eğlence sisteminde yeterince film ve bir de yabancı dil öğrenme programı vardı. Daha az uyuyup daha cok alıştırma yapsaydım kesin sökerdim Çinceyi) gayet modern bir havaalanına iniş yaptım. Çin’de gördüğüm tüm devlet binaları acayip büyük ve temiz, çoğu da yepyeni. Tabi ben indiğimde gece yarısı olması gerekirken sabah olduğu için sersem sepelek ilk günü geçirmem gerekti. Havaalanıyla otel arasındaki mesafeyi pek hatırlamıyorum. Kendime geldiğim ilk andan itibaren en kritik konu gündeme geliyor. Ne yiyeceğim? 

Normalde Hint ve Çin yemeklerini pek sevmeme hatta evde kendi kafama göre füzyon girişimleri yapmama rağmen asıl yerinde çin yemeğiyle karşılaşmak farklı bir şey. Zaten yazılan hiçbir şeyi anlamıyorum anca resimli menülerden seçim yapmak mümkün onda da resimdeki etin ne eti olduğu belli değil. Çinliler yemek konusunda hiç seçici değiller. Havada, karada suda kendilerinden kaçamayan ne varsa yiyebilme kabiliyetleri var. Bana yılan yer misin dediler. Bir gayret yerim dedim ama neyseki kış olduğundan menülerde yoktu J 

Bununla beraber kurbağa bacağı, kaz ayağı, turşulanmış horoz pençesi yedim. Bir de güvercin eti yedim ama ben onu piliç sanmıştım, kafasını görünce fark ettim. Neyse daha iğrençleşmeden devam edeyim. Bir sürü deniz mahlukatı ve zerzevatı yedim. Çeşit çeşit yosunlar ve bana mantar olduklarını söyledikleri ama nerde yaşadığını bilmediğim uzaylı hissi veren şeylerden yedim. Yedim derken daha önceden bildiğim çubuk kullanma yöntemlerini geliştirdim. Şimdi farklı yemekler için farklı tutuş şekilleri biliyorum. Neyse yemek konusuna geri dönersek yanlışlıkla kedi, köpek (kedi lafın gelişi ama kızrtılmış bir köpek gördüm et marketinde resmen travmaya uğradım, neyseki pek popüler bir et değil) ve domuz yememek için et olayından tamamen uzak durmaya gayret ettim. Noodle çorbaşı bu sepeble harika bir seçenek. Tezgahtan istediğin malzemeleri seçiyorsun senin için cabucak pişirip önüne koyuyorlar. Yandaki resimlerde görüldüğü gibi. Bana en garip gelen de aşağıda gördüğünüz poşetli tabak sistemiydi. aslında düşününce altındaki mantık anlaşılıyor ama yine de garip. Küçük sokak restoranlarında bu teknik kullanılıyor. Yemeğini bitiremezsen poşetin ağzını bağlayıp yanında götürebiliyorsun. Yok eğer bitirdiyseniz o zaman masaları temizleyen adam torbayı çıkarıp çöpe atıyor ve yerine yenisini takıyor. bulaşık yıkama derdi falan ortadan kalkıyor haliyle :) 





Demir Lady’nin hatıraları ve hatırlattıkları
Geçen hafta Londra’da vizyona yeni giren Demir Lady filmini izleme fırsatını buldum. İsminden tahmin edebileceğiniz gibi film bir savaş zamanı çocuğu olarak zorluklarla büyüyen Margaret Thatcher’ın ideallerini gerçekleştirmek için erkek egemen İngiliz parlamentosunda tek başına verdiği mücadeleyi, politik kariyerindeki yükselişi ve düşüşü anlatıyor.Bu yazıyı aslında ara ara yazdığım populer psikoloji sitesi için yazmıştım ama buraya kısmet oldu. Neden bu kadar ciddi diye merak edersiniz diye şimdiden bilgi vereyim dedim. 

Ancak bir psikolog olarak ben filmi sadece bir politik biyografi değil aynı zamanda bir çeşit psikososyal gelişim dönemleri dersi olarak izledim.  Hatırlayacagınız gibi Erik Erikson’un ünlü Psikososyal gelişim kuramı sekiz ana dönemden oluşur;
1.Temel Güvene Karşı Güvensizlik (0-18 ay),
2.Özerkliğe Karşı Utanç ve Şüphe (1,5-3 yaş),
3. Girişimciliğe Karşı Suçluluk Duygusu(3-6 yaş),
4. Çalışkanlığa Karşı Yetersizlik Duygusu(6-11 yaş),
5. Kimlik Kazanmaya Karşı Kimlik Karmaşası (12-21 yaş)
6. Yakınlığa Karşı Yalıtılmışlık (Yalnızlık) (21-40 yaş)
7. Üretkenliğe Karşı Verimsizlik(Durgunluk)(40-65 yaş)
8. Benlik Bütünlüğüne Karşı Umutsuzluk(65 yaş ve sonrası)

Filmde Margaret’in çocukluğuna yer verilmemesine rağmen hatıralarındaki geri dönüşler sayesinde onun önceki dört gelişim dönemlerindeki güven, özerklik, girişimcilik ve çalışkanlık evrelerini başarıyla tamamladığı anlaşılıyor.
Erikson ergenlik dönemini çocukluk ve yetişkinlik dönemi arasındaki belirgin ve bilinçli bir evre olarak tanımlamıştır ve bu süre kimlik kazanma veya kimlik karmaşası ile sonuçlanacak beşinci dönemi içerir. Bu dönemde ergenler günlük hayatlarındaki ideal örneklerle, daha önceki dönemlerde sahip oldukları beceriler ve roller arasında bir bağlantı kurmaya çalışırlar. Yetişkinliğe geçişin tamamlanabilmesi için kimlik duygusunun yeterince oturmuş olması gerekir. Eğer ergenin kim olduğuna ya da ne yapmak istediğine karar vermede zorluk yaşarsa bu dönem kimlik karmaşasıyla sonuçlanır. Bunun tam tersi durumda ise kimlik kazanımı sağlanır.
Filmde babasının desteğinin ve politikaya bakışının genç Margaret’i nasıl şekillendirdiği, onun kendi kimliğini oluştururken neler yaşadığı net bir biçimde gözlerimizin önüne seriliyor. İdealist ve destekleyici bir baba, sessizce çalışmaktan başka hayata hiçbir katılımı olmayan anne, eleştirel akranlar, savaş zamanının zorlukları… hepsi onun şikayet eden değil, harekete geçen biri olmaya itiyor. Çeşitli zorluklarla üniversiteyi bitirip yerel yönetime katılıyor ve politik mücadelesine başlıyor.
Erikson’un  altıncı dönemi olan yakınlığa karşı yalnızlık, sosyal ilişki kurabilme, taviz verme, özveri ve diğer sosyal becerileri içerir. Genç Margaret bu yakınlığı ilerde ikizlerinin babası olacak genç bir adamda buluyor. Margaret “ben kocasının kolunda sessizce oturacak kadınlardan değilim, yaşamımın bir anlamı olması gerek” diyerek evlilikten beklentisinin en başından politik ideallerinin önüne geçmeyecek aksine onları destekleyecek bir ilişki olduğunu müstakbel kocasına ifade ediyor. Filmde önceliklerini aileden çok ideallerden yana kullanmasının sosyal ilişkilerini nasıl etkilediğini görebiliyoruz. Bununla beraber eş seçimindeki isabetli tercih, her şeye rağmen yanında güven duyabileceği bir dost olmasını sağlıyor. 
Yedinci aşama olan üretkenliğe karşı verimsizlik kişinin orta yaşa ulaştığı, çocuklarının büyüyüp meslek hayatında yüksek bir noktaya geldikleri dönemi işaret eder. Bu noktada kişi toplum ve kendisi için üretmekle kendi içine çekilmek arasında bir tercih yapar. Margaret bu dönemde bir çıkmaza girdiğini düşündüğü partisini içinde bulunduğu ataletten kurtarmak için başkanlığa adaylığını koyar. Amacı kazanmak değil, insanları düşünmeye, harekete geçmeye teşvik etmektir. Amacı fazlasıyla yerini bulur, önce parti başkanı ardından da başbakan olarak hayalini kurduğu değişimi gerçekleştirir.
Sekizinci ve son aşama olan benlik bütünlüğüne karşı umutsuzluk bireyin temel çabalarını tamamladığı, geçmişini sorguladığı ve başarılarının keyfini çıkardığı bir dönemdir. Margaret azimli ve taviz vermeyen politikaları ile hem başarı hem de birçok düşman kazanmıştı. Başbakanlığının üçüncü döneminde kendi partisinden, güvendiği kişilerden destek bulmak yerine yerinden edildiğinde büyük bir hayal kırıklığı ile kendi içine çekilir. Anılarından oluşan bir kitap yazarak kendi geçmişini, hatalarını ve kararlarını sorgular. Bu dönem sosyal projelerle biraz aydınlansa bile eşinin ölümüyle tamamen kararır. Yaşlanma ve yas pek çok savaşın galibi demir ladyi ruhen yıpratır. Filmde artık yaşlanmış olan Margaret’in ölmüş kocası ile yaptığı sohbetleri, onunla yalnızlığını nasıl doldurmaya çalıştığını görüyoruz.

Dikkat çeken diğer bir konu ise unutkanlıkla başlayan demans belirtileri. Bir zamanlar duruşu ile bir ülkeyi değiştiren demir ladynin kocasının hayali ile konuşan, sürekli birinin gözetimine ihtiyaç duyan, geçmiş ve şimdiki zaman arasında yolculuk yapan yaşlı ve aciz bir kadın olarak görmek insanda farklı duygular uyandırıyor, kendi gelişimsel yolculuğumuzu sorgulamamıza neden oluyor.
Ne kadar zengin, ünlü ya da güçlü olursak olalım, psikososyal evrelerini başarı ile tamamlamış bile olsak kaçınılmaz olarak yaşlanacağız. İlerleyen teknoloji bize nasıl daha sağlıklı olabileceğimizi, nasıl sağlıklı yaşlanacağımızı söylese de Demans, Alzheimer ya da Parkinson olmayacağımızın garantisini veremiyor. Yaşlanma ve yaşla gelen hastalıklar hakkında bilinçlenme sağlamak açısından bu ve bunun gibi filmlerin son derece faydalı olduğunu düşünüyorum. Fırsat bulursanız izleyin derim. Ayrıca Merlyn Streep'in Margaret Thatcher'e benzerliği inanılmaz. :)

Erikson, E.H. (1968). Identity: Youth and Crisis. New York: W.W. Norton&Company,Inc.
Erikson, E.H. (1980). Identity and Life Cycle. New York: W. W. Norton&Company,Inc.
ARSLAN, E., ARI, R., (2008) Erikson’un Psikososyal Gelişim Dönemleri Ölçeğinin Türkçe’ye Uyarlama, Güvenirlik Ve Geçerlik Çalışması. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü dergisi (19) 53-60