Ey Meraklı Okuyucu,

HOŞGELDİN

21 Ocak 2012 Cumartesi

Büyük Çin'de küçük bir macera. I.Bölüm

Çin: küçük sarı insanların, ucuz kitlesel üretimin, komünizmin, kung funun, makarnanın, ipeğin ve barutun anavatanı olan gizemli, kadim ve geleneksel ülke…
En azından ben londradan yola cıkarken aklımdaki Çin imajı aşağı yukarı böyleydi. Pandalar, Bruce Lee ve Şaolin rahiplerini unutmamak lazım. Lakin havaalanındaki 2,5 saat rotar, Amsterdam aktarmasındaki fırtına ve akabindeki 11 saatlik yolculuktan sonra (Bu arada o nasıl bir yoldur kardeşim uyu uyu bitmedi. Allah’tan ekranlı eğlence sisteminde yeterince film ve bir de yabancı dil öğrenme programı vardı. Daha az uyuyup daha cok alıştırma yapsaydım kesin sökerdim Çinceyi) gayet modern bir havaalanına iniş yaptım. Çin’de gördüğüm tüm devlet binaları acayip büyük ve temiz, çoğu da yepyeni. Tabi ben indiğimde gece yarısı olması gerekirken sabah olduğu için sersem sepelek ilk günü geçirmem gerekti. Havaalanıyla otel arasındaki mesafeyi pek hatırlamıyorum. Kendime geldiğim ilk andan itibaren en kritik konu gündeme geliyor. Ne yiyeceğim? 

Normalde Hint ve Çin yemeklerini pek sevmeme hatta evde kendi kafama göre füzyon girişimleri yapmama rağmen asıl yerinde çin yemeğiyle karşılaşmak farklı bir şey. Zaten yazılan hiçbir şeyi anlamıyorum anca resimli menülerden seçim yapmak mümkün onda da resimdeki etin ne eti olduğu belli değil. Çinliler yemek konusunda hiç seçici değiller. Havada, karada suda kendilerinden kaçamayan ne varsa yiyebilme kabiliyetleri var. Bana yılan yer misin dediler. Bir gayret yerim dedim ama neyseki kış olduğundan menülerde yoktu J 

Bununla beraber kurbağa bacağı, kaz ayağı, turşulanmış horoz pençesi yedim. Bir de güvercin eti yedim ama ben onu piliç sanmıştım, kafasını görünce fark ettim. Neyse daha iğrençleşmeden devam edeyim. Bir sürü deniz mahlukatı ve zerzevatı yedim. Çeşit çeşit yosunlar ve bana mantar olduklarını söyledikleri ama nerde yaşadığını bilmediğim uzaylı hissi veren şeylerden yedim. Yedim derken daha önceden bildiğim çubuk kullanma yöntemlerini geliştirdim. Şimdi farklı yemekler için farklı tutuş şekilleri biliyorum. Neyse yemek konusuna geri dönersek yanlışlıkla kedi, köpek (kedi lafın gelişi ama kızrtılmış bir köpek gördüm et marketinde resmen travmaya uğradım, neyseki pek popüler bir et değil) ve domuz yememek için et olayından tamamen uzak durmaya gayret ettim. Noodle çorbaşı bu sepeble harika bir seçenek. Tezgahtan istediğin malzemeleri seçiyorsun senin için cabucak pişirip önüne koyuyorlar. Yandaki resimlerde görüldüğü gibi. Bana en garip gelen de aşağıda gördüğünüz poşetli tabak sistemiydi. aslında düşününce altındaki mantık anlaşılıyor ama yine de garip. Küçük sokak restoranlarında bu teknik kullanılıyor. Yemeğini bitiremezsen poşetin ağzını bağlayıp yanında götürebiliyorsun. Yok eğer bitirdiyseniz o zaman masaları temizleyen adam torbayı çıkarıp çöpe atıyor ve yerine yenisini takıyor. bulaşık yıkama derdi falan ortadan kalkıyor haliyle :) 





Demir Lady’nin hatıraları ve hatırlattıkları
Geçen hafta Londra’da vizyona yeni giren Demir Lady filmini izleme fırsatını buldum. İsminden tahmin edebileceğiniz gibi film bir savaş zamanı çocuğu olarak zorluklarla büyüyen Margaret Thatcher’ın ideallerini gerçekleştirmek için erkek egemen İngiliz parlamentosunda tek başına verdiği mücadeleyi, politik kariyerindeki yükselişi ve düşüşü anlatıyor.Bu yazıyı aslında ara ara yazdığım populer psikoloji sitesi için yazmıştım ama buraya kısmet oldu. Neden bu kadar ciddi diye merak edersiniz diye şimdiden bilgi vereyim dedim. 

Ancak bir psikolog olarak ben filmi sadece bir politik biyografi değil aynı zamanda bir çeşit psikososyal gelişim dönemleri dersi olarak izledim.  Hatırlayacagınız gibi Erik Erikson’un ünlü Psikososyal gelişim kuramı sekiz ana dönemden oluşur;
1.Temel Güvene Karşı Güvensizlik (0-18 ay),
2.Özerkliğe Karşı Utanç ve Şüphe (1,5-3 yaş),
3. Girişimciliğe Karşı Suçluluk Duygusu(3-6 yaş),
4. Çalışkanlığa Karşı Yetersizlik Duygusu(6-11 yaş),
5. Kimlik Kazanmaya Karşı Kimlik Karmaşası (12-21 yaş)
6. Yakınlığa Karşı Yalıtılmışlık (Yalnızlık) (21-40 yaş)
7. Üretkenliğe Karşı Verimsizlik(Durgunluk)(40-65 yaş)
8. Benlik Bütünlüğüne Karşı Umutsuzluk(65 yaş ve sonrası)

Filmde Margaret’in çocukluğuna yer verilmemesine rağmen hatıralarındaki geri dönüşler sayesinde onun önceki dört gelişim dönemlerindeki güven, özerklik, girişimcilik ve çalışkanlık evrelerini başarıyla tamamladığı anlaşılıyor.
Erikson ergenlik dönemini çocukluk ve yetişkinlik dönemi arasındaki belirgin ve bilinçli bir evre olarak tanımlamıştır ve bu süre kimlik kazanma veya kimlik karmaşası ile sonuçlanacak beşinci dönemi içerir. Bu dönemde ergenler günlük hayatlarındaki ideal örneklerle, daha önceki dönemlerde sahip oldukları beceriler ve roller arasında bir bağlantı kurmaya çalışırlar. Yetişkinliğe geçişin tamamlanabilmesi için kimlik duygusunun yeterince oturmuş olması gerekir. Eğer ergenin kim olduğuna ya da ne yapmak istediğine karar vermede zorluk yaşarsa bu dönem kimlik karmaşasıyla sonuçlanır. Bunun tam tersi durumda ise kimlik kazanımı sağlanır.
Filmde babasının desteğinin ve politikaya bakışının genç Margaret’i nasıl şekillendirdiği, onun kendi kimliğini oluştururken neler yaşadığı net bir biçimde gözlerimizin önüne seriliyor. İdealist ve destekleyici bir baba, sessizce çalışmaktan başka hayata hiçbir katılımı olmayan anne, eleştirel akranlar, savaş zamanının zorlukları… hepsi onun şikayet eden değil, harekete geçen biri olmaya itiyor. Çeşitli zorluklarla üniversiteyi bitirip yerel yönetime katılıyor ve politik mücadelesine başlıyor.
Erikson’un  altıncı dönemi olan yakınlığa karşı yalnızlık, sosyal ilişki kurabilme, taviz verme, özveri ve diğer sosyal becerileri içerir. Genç Margaret bu yakınlığı ilerde ikizlerinin babası olacak genç bir adamda buluyor. Margaret “ben kocasının kolunda sessizce oturacak kadınlardan değilim, yaşamımın bir anlamı olması gerek” diyerek evlilikten beklentisinin en başından politik ideallerinin önüne geçmeyecek aksine onları destekleyecek bir ilişki olduğunu müstakbel kocasına ifade ediyor. Filmde önceliklerini aileden çok ideallerden yana kullanmasının sosyal ilişkilerini nasıl etkilediğini görebiliyoruz. Bununla beraber eş seçimindeki isabetli tercih, her şeye rağmen yanında güven duyabileceği bir dost olmasını sağlıyor. 
Yedinci aşama olan üretkenliğe karşı verimsizlik kişinin orta yaşa ulaştığı, çocuklarının büyüyüp meslek hayatında yüksek bir noktaya geldikleri dönemi işaret eder. Bu noktada kişi toplum ve kendisi için üretmekle kendi içine çekilmek arasında bir tercih yapar. Margaret bu dönemde bir çıkmaza girdiğini düşündüğü partisini içinde bulunduğu ataletten kurtarmak için başkanlığa adaylığını koyar. Amacı kazanmak değil, insanları düşünmeye, harekete geçmeye teşvik etmektir. Amacı fazlasıyla yerini bulur, önce parti başkanı ardından da başbakan olarak hayalini kurduğu değişimi gerçekleştirir.
Sekizinci ve son aşama olan benlik bütünlüğüne karşı umutsuzluk bireyin temel çabalarını tamamladığı, geçmişini sorguladığı ve başarılarının keyfini çıkardığı bir dönemdir. Margaret azimli ve taviz vermeyen politikaları ile hem başarı hem de birçok düşman kazanmıştı. Başbakanlığının üçüncü döneminde kendi partisinden, güvendiği kişilerden destek bulmak yerine yerinden edildiğinde büyük bir hayal kırıklığı ile kendi içine çekilir. Anılarından oluşan bir kitap yazarak kendi geçmişini, hatalarını ve kararlarını sorgular. Bu dönem sosyal projelerle biraz aydınlansa bile eşinin ölümüyle tamamen kararır. Yaşlanma ve yas pek çok savaşın galibi demir ladyi ruhen yıpratır. Filmde artık yaşlanmış olan Margaret’in ölmüş kocası ile yaptığı sohbetleri, onunla yalnızlığını nasıl doldurmaya çalıştığını görüyoruz.

Dikkat çeken diğer bir konu ise unutkanlıkla başlayan demans belirtileri. Bir zamanlar duruşu ile bir ülkeyi değiştiren demir ladynin kocasının hayali ile konuşan, sürekli birinin gözetimine ihtiyaç duyan, geçmiş ve şimdiki zaman arasında yolculuk yapan yaşlı ve aciz bir kadın olarak görmek insanda farklı duygular uyandırıyor, kendi gelişimsel yolculuğumuzu sorgulamamıza neden oluyor.
Ne kadar zengin, ünlü ya da güçlü olursak olalım, psikososyal evrelerini başarı ile tamamlamış bile olsak kaçınılmaz olarak yaşlanacağız. İlerleyen teknoloji bize nasıl daha sağlıklı olabileceğimizi, nasıl sağlıklı yaşlanacağımızı söylese de Demans, Alzheimer ya da Parkinson olmayacağımızın garantisini veremiyor. Yaşlanma ve yaşla gelen hastalıklar hakkında bilinçlenme sağlamak açısından bu ve bunun gibi filmlerin son derece faydalı olduğunu düşünüyorum. Fırsat bulursanız izleyin derim. Ayrıca Merlyn Streep'in Margaret Thatcher'e benzerliği inanılmaz. :)

Erikson, E.H. (1968). Identity: Youth and Crisis. New York: W.W. Norton&Company,Inc.
Erikson, E.H. (1980). Identity and Life Cycle. New York: W. W. Norton&Company,Inc.
ARSLAN, E., ARI, R., (2008) Erikson’un Psikososyal Gelişim Dönemleri Ölçeğinin Türkçe’ye Uyarlama, Güvenirlik Ve Geçerlik Çalışması. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü dergisi (19) 53-60